Ayasofya Camisi'nin Tarihi ve Yakın Geçmişi
Üç kıtaya yayılan Roma İmparatorluğu her ülkede imparatorluklarına yakışır abidevi eserler yapmışlardır, Romanın bir kenti olan İstanbul’da da bu devrede Ayasofya’yı inşa etmişlerdir. Ayasofya dünya mimarlık tarihinin eşsiz bir şaheseridir. Gerek efsaneleri, gerek mimari özelliği ve içini süsleyen mozaikleriyle sanat literatüründe apayrı bir yere sahip olan yapının inşasına 326 yılında I. Constantius (Büyük Constantin) zamanında başlanmıştır. Bazı tarihçiler ise ilk yapının Büyük Constantin’in oğlu Constans tarafından yaptırıldığını ve II. Constantius tarafından ibadete açıldığını yazarlar.
Ayasofya’nın Yapım Aşamaları
İlk Ayasofya duvarları kâgir çatısı ahşap olan bir bazilika biçiminde yapılmış, şehrin en büyük kilisesi olduğu için de büyük kilise anlamına gelen “Megali Ecclesia” diye isimlendirilmiştir. Sonraları “Thea Sophia” diye anılan yapıya V. yüzyıldan itibaren kutsal hikmet anlamına gelen “Hagia Sophia” adı verilmiştir. İlk Ayasofya fazla ömürlü olmamış. İmparator Arcadius zamanında İstanbul patriği İoannes Chrysostomos’un sürgüne gönderilmesi üzerine çıkan bir ayaklanma sırasında (20 Haziran 404) yakılıp yıkılmıştır. Ayasofya ikinci defa olarak II. Theodosius zamanında yeniden yapılmış, 10 Ekim 415 te halkın ibadetine açılmıştır. İkinci Ayasofya’nın plânı hakkında fazla bir şey bilinmemekle beraber bu yapının beş nefli bir bazilika olduğu ve mimar Roffinos tarafından yapıldığı sanılmaktadır. 1936 yılında Ayasofya’nın bahçesinde Alman arkeologlar tarafından yapılan kazılarda bazı temeller ve mimari elemanlar ele geçmiş bunların değerlendirilmesi sonucu yapının beş basamak merdivenle çıkılan önü sütunlu bir girişe sahip olduğu anlaşılmıştır. 60 metre genişliğinde olan bu yapıdaki araştırmalar şimdiki Ayasofya’nın temellerinin tahrip olmaması için daha sonra durdurulmuştur. Kazılar sırasında çıkan sütun başlıkları, sütun ve diğer mimari parçalar bugün yapının bahçesinde sergilenmektedir. II. Theodosius’un yaptırdığı ikinci Ayasofya 532 yılının Ocak ayının on üçüncü gecesi Maviler ve Yeşiller kulüpleri arasında rekabet sonucu baş gösteren kanlı Nika ihtilali sonucu diğer bazı binalarla birlikte yanmıştır. İmparator Justinianus karısı Theodora’nın yardımıyla isyanı bastırdıktan sonra Ayasofya’nın yeni baştan yapılmasını istemiştir.
Ayasofya’nın İsmi Nasıl Konuldu?
Denilir ki I. Justinianus bir gece rüyasında Ayasofya’nın bulunduğu yerde nur yüzlü bir ihtiyar görür ve hemen huzuruna varır. Aziz’in elinde üzerinde Ayasofya’nın resmi çizili olan gümüş bir levha vardır. İmparator bunu görünce büyük bir heyecana kapılarak “Yarabbi, bu levha bende olsaydı mabedimi buna göre yaptırırdım” der. O sırada aziz imparatora dönüp gülümseyerek levhayı uzatır. “Al mabedini bu resme göre yap” diye kendisiyle konuşur. Bunun üzerine imparator “Mabede ne isim vereyim” diye sorar. O da “Ayasofya” cevabını verir. İmparator sabahleyin hemen mimarını huzuruna çağırtarak gördüğü rüyayı kendisine anlatır. Halbuki mimar da aynı rüyayı görmüş ve azizin o gece kendisine verdiği levhadaki mabetin resmini sabah uyanınca çizmiştir. İster imparator Justinianus söylendiği gibi bu rüyasının tesiriyle ister büyük bir mabet yaptırmak tutkusundan olsun vakit geçirmeden tasarılarını uygulamaya koyar ve büyük bir mabet yapılması için Aydınlı Anthemios ile Miletoslu İzidoru vazifelendirir. Justinianus, inşa edilecek yapının Hazreti Ademden beri görülmemiş ve görülemiyecek bir mabet olmasını istemektedir. Burası dünyanın en büyük ve en güzel mabedi olacak. Hz.Süleyman’ın Kudüs’teki mabedini bile geçecektir. Bu hayalini gerçekleştirmek için İmparatorluğun bütün gelirini harcamaya hazırdır. Örneğin mabedin sadece Ambon ve Suela denilen mahfelleri için Mısır’ın bir yıllık geliri ayrılmıştır. Vazifelendirilen mimarlar ilkin daha önceki yapının arsası küçük olduğu ve çevresinde çeşitli evlerle kaplanmış bulunduğundan geniş istimlâk işlerine girişip bu konuda büyük paralar harcamışlardır.
Ayasofya’nın İnşa Edildiği Yer
Ayasofya’nın inşa edileceği alanın güneyinde Avgusteum denilen ve Justinianus’un atlı bir heykeli bulunan, alayların ve törenlerin yapıldığı geniş bir meydan, kuzeyinde ise bugünkü Topkapı Sarayı surlarının içerisinde yer alan İmparatora ait kiliseler, ünlü manastırlar ve devlet ileri gelenlerinin konakları vardır. Doğu yönünde ise imparatorun sarayı yer almaktadır. Yapılan istimlâklerden sonra Anthemios ile İzidoros İstanbul’un en güzel yerlerinden birinde yangınlara, depremlere karşı koyacak ve gelecek yüzyıllara ulaşacak büyük bir eser yaratmak için hazırlıklara başlarlar. Bu amaçla imparatorluğun çeşitli yerlerindeki tapınakların malzemelerini taşımaya çalışırlar. Efes’deki Diana tapınağından kırmızı porfir sütunlardan sekizini İstanbul’a getirerek bunları yapının inşaasında kullandıkları gibi Atina, Roma, Baalbek ve Delf’teki harabelerin malzemelerinden de valiler aracılığıyla faydalanmışlar Ayasofya’nın yapımında bunları da kullanmışlardır. Bunun yanı sıra dünyanın en meşhur mermer ocakları da bu dönemde Ayasofya için çalışır. Beyaz mermerler yanı sıra Eğriboz adasından açık yeşil, Cezayir’den sarı renkli, Siga’dan damarlı pembe, Güneybatı Anadolu’dan beyaz kırmızı mermerler, getirtilmiş ve bunlar Ayasofya da cömertçe kullanılmıştır.
Ayasofya'nın İnşaatı
532 de başlanan yapının inşaatı sırasında günde bin usta ile on bin amele çalışmış ve bizzat imparator bu çalışmaları denetlemiştir. Çalışmalar esnasında işçilerin yövmiyeleri düzenli olarak ödenirken bir yandan da ameleler arasında rekabetten faydalanılarak daha çok iş yapan gruba mükâfatlar verilmiş inşaatın çabuk bitmesi sağlanmıştır. İnşaat sırasında yapının zemininin altına geniş sarnıçlar yapılmış ve bunların içine pilpayeler konularak depreme karşı mukavemet etmesi temin edilmiştir. Kilisenim asıl duvar kubbe ve kemerlerinde tuğla kullanılmış, filayakları ve hatıllar kesme taşlardan yapılmış olup, sütun başlık gibi mimari elemanlar ise kaplama renkli mermerlerden yapılmıştır. Bütün bu kıymetli malzemeler daha öncede belirtildiği gibi antik harabelerden ve Marmara adasındaki mermer ocaklarından getirilmiştir. Kubbesi, devrinin bir mucizesi olarak nitelendirilen dünyada büyük yankılar uyandıran Ayasofya; 5 yıl 11 ay ve 10 gün süren inşaattan sonra tamamlanmış, açılış merasimi 27 Aralık 537 de İmparator Justinianus tarafından yapılmıştır. Ondört at koşulmuş alay arabasına binen Justinianus’u kilisenin atriumunda kilise ileri gelenleri karşılamış, hep birlikte imparator kapısına doğru ilerleyen heyet, daha sonra Patrik Menas tarafından karşılanarak birlikte Nartekse geçilmiş, asıl naosa geçilirken protokol gereği imparator ve patrik elele tutuşmuşlardır. Apsise doğru ilerlerken hayallerinin gerçek olduğunu gören Justinianus büyük heyecan ve gururla apsise doğru atılmış, ellerini yukarıya doğru kaldırarak “Allaha hamd-ü sena olsun ki beni böyle bir eseri ikmale lâyık gördü. Ey Süleyman seni de geçtim” demiştir. Ancak bu gururlu imparator daha sağlığında 553, 557 ve 559 yıllarında meydana gelen depremlerde kubbenin doğu kısmının yıkılmasına şahit olmuş, ekmek ve şarap dolabının durduğu yer ile mukaddes âyin masasınında yıkıldığını görmüştür.